Pazar günkü genel seçim, geleneksel siyaset anlayışı ile yapılan son seçim olabilir.
Son yılların en popüler dizisi Game Of Thrones’u izliyor musunuz, bilemiyorum. Bizimkinden ayrı kurgusal bir dünyada 7 krallığın taht kavgasını anlatan dizinin kişisel olarak bana en çekici gelen yanı; bu fantastik dünyanın soğuk kuzey boylarında yaşayan ölümsüz Buz Adamlar (White Walkers) ırkı ile sıcak güney sınırlarında hüküm süren ejderhaların sahip oldukları doğa üstü güçler karşısında, top, kılıç, vb. Orta Çağ’ın geleneksel silahlarla süren söz konusu krallık mücadelesinin aslında pek bir anlam ifade etmemesi. Sanırım dizi ilerledikçe bu doğa üstü güçler giderek daha fazla ön plana çıkacak ve gidişatı da dramatik biçimde etkileyecek.
İşte bizim memleketteki siyaseti de bu dizinin kurgusuna benzetiyorum. Bir tarafta geleneksel bir siyaset ve yönetim anlayışı ve araçları çerçevesinde süren bir iktidar-muhalefet mücadelesi, diğer tarafta ise kendilerini bu kayıkçı kavgasının dışında tutan ancak işin içine girdiği takdirde gidişatı yıkıcı biçimde değiştirecek araç, yöntem ve potansiyele sahip yeni bir kuşak. İnternet odaklı yetişme biçimleri nedeniyle mevcut siyaset anlayışıyla doku uyuşmazlığı olan bir kuşak, şu anda sessiz, sakin işlerine güçlerine bakıp olan biteni izlemekle yetiniyor ancak olayların kendilerini de etkilemeye başladığını hissettikleri andan itibaren insiyatif almakta çok tereddüt etmeyecekleri, dünyada uç vermeye başlayan çeşitli örnekleriyle de gün ışığına çıkmakta.
Bu yeni siyaset anlayışının en ayrıştırıcı özelliği, mevcut ideolojik anlayıştan tamamen bağımsız ve hatta onların tamamını reddeden bir şekilde sıfırdan ortaya çıkıp gelişmesi ve siyaset pratiklerinin kendi yaşam pratiklerinden ayrı gelişmemesi. Örneğin; bugünlerde İspanya siyasi ortamını darmadağın ederek geçtiğimiz günlerdeki yerel seçimlerle birlikte ülkenin en güçlü 2 partisinden biri haline gelen ve gelecek seçimlerde iktidarın en yakın adayı Podemos, aslında İspanya’nın giderek kötüleşen ekonomik koşulları ve siyaset açmazının sonucu ortaya çıktı ancak diğer partilerin siyaset anlayışını tamamen reddederek kullandığı teknolojik araç, yöntem ve çözümler sayesinde onlarla paradigmal bir ayrışma sağladı. Hareketin lideri Pablo Iglesias ise, bir lider olarak yaşam tarzını kitlelerden ayrıştırmadan ve dijital odaklı, yatay etkileşimli ve zaman-mekan sınırlarına meydan okuyan bir örgütlenme ile siyaset yapıyor. Üniversitede öğretim görevlisi olarak sıradan bir yaşam süren Iglesias solcu görünüyor ama Podemos’un uyguladığı siyaset modelini 20. yüzyılın klasik sol kalıplarla açıklamak çok zor.
Öte yandan Iglesias’tan çok daha liberal ve anti-sosyalist görüşleri olan İtalyan komedyen Beppe Grillo ise, 2009 yılında kurulan Beş Yıldız Hareketi’nin lideri olarak 2013 yılında sadece Yeni Medya üzerinden yürüttüğü kampanya ile İspanya benzeri bir ekonomik ve siyaset krizi yaşayan İtalya’da özellikle gençlerin kampanya desteği ve oylarıyla genel seçimlerde en çok oy alan parti olmayı başardı. Ancak Grillo, lideri olarak göründüğü partiden milletvekili olarak bile adaylığını koymayı reddetti ve siyaset sahnesinde adı sanı duyulmayan gençleri ön plana çıkartarak Iglesias ile benzer mütevazı çizgisini korudu. Bu yeni “lidere odaklanmayan ve kalabalıkların tamamını bu hareketin eşit bir parçası haline getiren ve kollektif çözüm üretme becerisi gösteren katılımcı siyaset” anlayışı er ya da geç dünyada ve Türkiye’de gündeme gelecek.
Umuyorum bu seçim, bağırıp çağırıp birbiriyle didişmekten beslenen ve seçmeni de bu alternatifsizliğe sıkıştıran geleneksel siyaset, yönetim ve muhalefet anlayışının son seçimi olacak. Kişisel öngörüm 7 Haziran seçimlerinden hangi sonuç çıkarsa çıksın, siyasetin tüm kampları ilk başlarda mevziilerini terk etmeden beklemeyi deneyecekler ancak er ya da geç şiddetli ve çok cepheli bir topyekün taarruzun neferleri olmak zorunda kalacaklar. Uzadıkça tüm tarafların güç ve zemin kaybedecekleri bu kavga, bence geleneksel siyaset için sonun başlangıcı olacak ve sanırım bu zihniyet bir sonraki seçimde çok daha gençleşmiş seçmen kitlesinin nezdinde “azalarak bitecek”.
Bu köhne siyaset erbabının yerini ise, kitlelere çözüm öneren ve onları ayrımsız icraatın etkin birer parçası haline getiren katılımcı bir siyaset ve katma değeri yüksek bir ekonomik anlayış alacak. Özellikle yeni kuşağın etkileşim dinamikleriyle örülecek bu yeni siyaset kozasının kollektif üretim ve yaygınlaşma mekanı hiç kuşku yok ki İnternet olacak. Bu tür yeni siyasetin sürdürülebilir olmasının altında yatan asıl etmenler ise, dijitalleşmenin yaratacağı katma değerli yüksek inovasyonlar ve yıkıcı yenilikler sayesinde elde edilecek yüksek rekabet ve verimlilik ile elde edilen hasılanın geniş kitlelerle hakkaniyetli paylaşımı. Bu konuda umudumu arttıran da, böylesi bir yönetişim anlayışına uyum sağlamakta zorluk çekmeyecek bir gençlik potansiyeli ve mevcut siyasetin kayıkçı kavgasından çok çektiği için bu akışa itirazsız dahil olacak üst kuşaklar.
Kuşkusuz “manzara-ı umumiye” bu iyimser tablo için pek umut vaad etmiyor gibi görünebilir ancak burada doğal bir gidişattan (yani koşulların doğal biçimde ürettiği bir evrilişten) ziyade o koşulların zorladığı kimyasal bir tepkime (kavga) ve bunun sonucunda oluşacak konjonktürel bir gelişimden söz ediyorum. Bir başka deyişle söz konusu olumsuzlukların üzerine kurulacak (ya da kurulmasına mecbur olunacak) bir kaçınılmazlık bu. Tabii “bu kesinlikle böyle olacak” demiyorum ama tarihe bakarak böyle olmasını umuyorum.
Zaman mı? 3 vakte kadar inşallah:)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder