Üniversite öğrencisi ÖzgecanAslan’ın vahşi bir cinayete kurban gitmesi, toplumda infial yarattı ve hemen her alanda yerleşik ezberleri bozdu. Peki neydi bu defa farklı olan?
Tarsus’ta 20 yaşında bir üniversite öğrencisinin vahşi bir cinayete kurban gitmesi, geçmişin geleneksel medyasında en fazla 2-3 gün sürecek bir üçüncü sayfa gündemi olabilirdi. Ancak sosyal medyanın zaman ve mekandan bağımsız kamusal vasfının giderek artmayısla gündemler sadece yerel düzlemle sınırlı kalamıyor artık. Kitleler olayın farklı boyutlarını bu kamusal alana kesintisiz bir paylaşım ve etkileşimle taşıyabiliyor ve bu da, sadece ülkenin gündemini değil toplumun ruh halini dahi etkileyecek kadar belirleyici olabiliyor.
Adeta milyonlarca insanın tartıştığı devasa bir agoraya benzetebileceğimiz sosyal medya, Özgecan Aslan cinayetini özellikle kadın kullanıcıların inisiyatifiyle sosyal medya gündemine sokmayı başardı. İşte burada sosyal medyayı geleneksel medyadan ayıran en önemli unsur ortaya çıktı ve olay tartışılmaya başlandığı andan itibaren bir ortak akıl oluşmaya başladı. Bu, öylesine güçlü bir ortak akıl ki, olayda dahli bulunan hiç kimse buna kayıtsız ve dışında kalamıyor. Örneğin; geleneksel medyanın gazete-TVleri son dönemdeki bütün toplumsal olaylarda olduğu gibi bu olayda da sosyal medya üzerinden gelen bu gücü üzerlerinde hissedip yayınlarını kendi inisiyatiflerinden ziyade sosyal medyada oluşan bu gücün doğrultusunda şekillendirmek zorunda kaldı.
Sosyal medyada ise, Özgecan’ın uğradığı vahşet üzerinden bu olayların altında yatan nedenler (geçmişteki benzer olaylar da gündeme getirilerek) bir bir ortaya konuldu ve kadınların erkek egemen bir toplum düzeninde maruz kaldıkları şiddet, taciz ve tecavüzler, bu devasa agora etkisinin verdiği cesaretle, bizzat buna maruz kalan kadınların ağzından örnekleriyle paylaşıldı. Yaklaşık 1 hafta boyunca #SendeAnlat etiketiyle atılan 1 milyonu aşkın tweetin ortaya çıkardığı manzara, vicdan sahibi herkesi dehşete düşürdü ve toplumun kadına karşı tutumu konusunda Türkiye’yi adeta bir yüzleşmeye zorladı. Bu süreçte, Özgecan için yapılan sanal ve fiziksel protesto ve eylemlerin çoğunun sosyal medya üzerinden örgütlendiğini söylemeye bile gerek yok. Tüm bunların sonucunda kadına karşı kullanılan erkek egemen dilden kadına karşı şiddete daha caydırıcı cezalar verilmesine kadar her kesimden farklı çözüm önerileri ortaya atıldı ve farkındalık yaratıldı. Bu ortak akla nefret söylemiyle karşılık veren kişi ve kurumlar ise, ciddi bir toplum baskısı ve dışlanmaya maruz kaldı. Kişi ve kurumların samimiyeti, duruşları ve tepkileri bile sorgulandı, övüldü ya da eleştirildi. Kısacası, toplum olarak kendimize bir çeki düzen verme gereğini iliklerimize kadar hissetirdi Özgecan.
Her ne kadar bazı kesimler tarafından tüm bunların “3 gün sonra unutulacağı” gibi bir argüman ortaya atılsa da, artık gazete-TV ya da devlet arşivlerinden ziyade sosyal medyanın toplumsal bellek işlevini üstlendiği bir zamanda herkes ileriye bakmak ve çözüm konusunda samimi bir şekilde ilerlemek zorunda. Aksi durumda, gündemin yeniden canlandırılmasının bir etikete (hashtag) bağlı olduğunu kimsenin aklından çıkartmaması lazım.
Özgecan’ın belleklerimize kazınan fotoğrafında yüreklere işleyen o masum bakış, bu konuda hepimizin samimiyetini her daim sorgulayacak kadar derin ve sosyal medya da bunun en büyük teminatı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder