4 Haziran 2014 Çarşamba

Dokunduğum her yerde bir çocuk

Her yazmaya oturuşumda önlenemez bir kırıklık zerk ediliyor içimde. Güvensizlikten mi, korkudan mı, bilmiyorum. Belki de kesinkes “bilmemek”ten…Kafamda bin türlü şeyle oturuyor, hiç şeyle geri kalkmaya meylediyorum. Israr edip oturmaya, klavyenin üzerindeki ellerimi seyretmeye başladığımda ise bir şeyler oluyor. Piç bir fikir doğuveriyor bir anda, oturmazdan önce kafamdaki şeylerle taalluk etmeyen. Ve her nedense, son zamanlarda, o şey hep çocuklardan bahsetmemi buyuruyor. Boyun eğiyorum.

İlhan Berk’in “kendim üstüne bir kalem denemesi” diye yakıştırdığı yaşantı kitabı Uzun Bir Adam’ı okuyorum. Kitabın birinci bölümünde Benim Hiç Oyuncaklarım Olmadı başlıklı bir nesir vardır. Epiktetos’tan bir alıntıyla başlar söze Berk, hepimizin bir yerlerden kulağına çalınmıştır aslında: “İnsanoğlunun gerçek yurdu çocukluğudur.” Sonra oyunsuz, oyuncaksız çocukluğundan dem vurur. Şöyle der: “Bana kimse oyuncak getirmedi. Benim bu dünyada oyuncak olarak bildiğim yalnız sapanlarımdı. Onları da kendim yapıyordum.”

Sapan deyince, Sırrı Süreyya Önder’in bu ay OT Dergi’de yayımlanan yazısına gidiyor aklım. Hatay’dan Okmeydanı’na, oradan Soma’ya, Gezi’de birleşen bütün coğrafyaların çocuklarını, “ellerinde cop ve kaskla, gaz ve bombayla, kurşun ve palayla gezenlerin karşısında, asla kuşları vurmayacak sapanların sahipleri” diye anlatıyor Önder. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarına bakarsak İlhan Berk’in, 1930’lu yıllara rastlarız. Böyle düşününce kıyasta caizliği sorguluyorum, fakat demeden edemeyeceğim: Evet, İlhan Berk de yegâne oyuncağı sapanıyla hiç kuş vurmamıştır.

Geçen gün Yeşilçam Sineması’nda Ferit Karahan’ın Cennetten Kovulmak (Derbûyina Ji Bihûştê)filmini seyrettim. İstanbul’da bir inşaatın elektrik mühendisi olarak çalışan Emine’yle, aynı inşaattaki işçi bir Kürt genci olan Kürşat’ın hikayelerinin kesişimi üzerine kurguludur film, vakitse 2000’li yılların başındadır. Emine ve Kürşat’tan ziyade, Kürdistan’daki bir aile baskın olarak işlenir. İşbu ailenin Ayşe adında bir kızları vardır, okula gitmekte, Türkçe öğrenmektedir.

Sadede geleyim…

Ayşe’ye İstanbul’da okuyan ağabeyi bir oyuncak bebek hediye getirir. Öncesinde yegâne oyunu evdeki irili ufaklı eşyalarla süslediği “evcilik” olan Ayşe, artık bir “Sindi” bebeğe sahiptir. Film boyunca yalandan telefonda konuştuğu ve Türkçe’sini pratik ettiği, ama esasında imrendiği Şule’ye artık daha çok benzemektedir Ayşe. Kentli bir kız çocuğunun muhtemelen burun kıvıracağı bir oyuncak bebek, onun hayallerine dokunmuş olabilir.

***

Ferit Karahan Cennetten Kovulmak’ı esasen Ayşe’nin çocukluğunu anlatmaya mı çekti, Şule’yi neden yarattı, ya da, İlhan Berk’in sapanla hiç kuş vurmadığını nereden bilyorum?

Yanıt: Bilmiyorum.

Sadece, yazının başında bahsettiğim, o bir anda olan şey sebep oluyor bütün bunları düşünmeye, beylik laflardan imtina etmemeye. Dokunduğum her şeyde çocukları duymayı, anlamayı ve anlatmayı deniyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder