12 Nisan 2014 Cumartesi

Bağlantıyı Kesme Hakkı

21. yüzyılın bilgi ve iletişime dayalı rekabet ortamı, işveren ile çalışan arasında bir türlü kesilmeyen bir bağlantı yarattı. Peki bu ‘bağlantı’ ne derece sağlıklı?

Geçen hafta önce Fransa’da Bilgi ve İletişim Teknolojileri sektörünün iki işveren ve işçi sendikası, “çalışanların mesai saatleri dışında e-posta ve telefon çağrılarına yanıt vermeme” hakkını güvenceye alan bir mutabakata imza attılar. Hemen ardından da, Almanya’da Çalışma Bakanlığı, “şirket yöneticilerinin çalışanlara mesai saatleri dışında e-posta atmasını ve telefonla aramalarını” yasaklayan bir yönerge yayınladı.

Zamanlaması manidar bu iki peşpeşe gelişme, özellikle bilgi-iletişim, bankacılık-finans, telekomünikasyon, medya ve yayıncılık gibi Yeni Medya araçlarını yoğun kullanan hizmet sektörlerindeki çalışanların, uzun yıllardır halı altına süpürülen sorunlarını da gün yüzüne çıkardı. Söz konusu sektörlerdeki yoğun ve dozu artan rekabet, bu rekabetteki en önemli unsur olan çalışanların iş yükünün giderek artması gibi ‘önemsiz’ bir gelişmeyi de beraberinde getirdi. Bilgi ve iletişim teknolojilerinde sağlanan gelişmeler ile İnternet’in zaman-mekan sınırı tanımayan olanaklarının patron ve yöneticiler tarafından etkin kullanılmaya başlanması, çalışanların üzerine adeta bir kabus gibi çöktü. Önceleri kendilerine ‘hediye edilen’ bilgisayar ve akıllı telefonların büyüsüyle iş süreçlerinin kendileri lehine özgürleşeceğini hayal eden çalışanlar, mesai saatlerinin dışına taşan e-posta, telefon, SMS trafiği sonucu, özel yaşamlarının ellerinden alınarak, yaşamlarının merkezine iş hayatlarının oturtulduğunu çok geç farkettiler.  Oysa onları akşam arayıp sabaha rapor, sunum isteyen patron ve yöneticiler, durumdan son derece hoşnuttu. Yaşam tarzlarının giderek bireyselleştiği ve ‘her koyunun kendi bacağından asıldığı’ bir ortamda, duruma itiraz eden ‘birkaç çatlak ses’ de, ya ‘bonuslarla’ ya da ‘sürüden ayırılarak’ susturulabiliyordu zaten. Aşırı çalışma ve odaklanmanın yarattığı ruhsal ve fiziksel sorunlar varmış, kimin umurunda! Çalışan kalır, yoksa diğeri gelir.

İşin aslında herkes için vahim sonuçlar doğuracağı, verilen iş yükü çalışanların ruhsal ve fizyolojik sınırlarına dayanıp zorlanmalar başlayınca, fark edilebildi. İlk büyük sarsıntı, 2008 ve 2009 yıllarında France Telecom şirketinde yaşandı. İki yıl içinde 10dan fazla çalışanın intihar etmesiyle gözler, bir anda şirkete çevrildi. Açılan soruşturmalar sonucu, şirketin bir kaç üst düzey yöneticisi görevden uzaklaştırıldı ve özellikle bir yönetici hakkında polis soruşturması yapıldıysa da bu, kamuoyunu tatmin etmediği gibi dönemin Sarkozy iktidarı ciddi tepki ve eleştiri aldı. Uygulanan yaptırımın bir çözüm olmadığı ise, yine aynı şirkette sene başından beri sayısı 10a ulaşan yeni bir intihar dalgasıyla ortaya çıktı. Öyle anlaşılıyor ki, Fransa’da ve peşinden Almanya’da alınan bu güvenceler, biraz da  bu olayın Fransa kamuoyunda yarattığı tepkiye karşı derhal devreye sokulmuş. (Ve sanırım biraz detaylı araştırılırsa buna benzer ne vakalar ortaya çıkar dünyanın dört bir yanında!)

Kuşkusuz bilgi ve iletişim teknolojileri, İnternet ve mobil ağların hayatımızdaki yeri önemli ve kurum ve kuruluşlar bunu kendi iş süreçlerinde birer rekabet unsuru olarak kullanmalı. Ancak bunun işverenler tarafından çalışanlar aleyhine istismar edilmesinin, uzun vadede adeta bir bumerang gibi kendilerine geri dönmesi de, somut bir gerçek!

Bu bağlamda iş hayatında Yeni Medya araçlarının kullanımına ilişkin rekabet ile çalışanın huzuru arasında hakkaniyetli bir yaklaşıma ve mutabakata ihtiyaç var.

Patron ve yöneticiler mesai dışında çalışanlarla bağlantıyı kesmedikleri taktirde kesilen, ‘bindikleri dal’ olacak!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder